20 Şubat 2010 Cumartesi

Osmanlı Döneminde Venedik ve İstanbul; Nam-ı Diğer Aşk



Osmanlı
İstanbul
Venedik

Üçünü de unutun. Bu sergiyi anlayabilmeniz ve hakkını verebilmeniz için daha önce duyduğunuz, öğrendiğiniz bütün herşeyi unutmalı, önyargılarınızdan sıyrılmalısınız.

Birbirine yabancı iki insan düşünün. 
Sürekli birbirleriyle fikir alışverişinde bulunuyorlar. 
Politikadan, savaşlardan bahsediyor, beraber stratejiler geliştiriyorlar. 
Karşılıklı ticarete atılıyor, beraber yatırımlar yapıyorlar. 
Sonra da sanatın her dalını paylaşıp, kültürlerini birbirlerine katıyorlar.

İki insanın paylaşabileceği her türlü duygusal ve entelektüel birikimi paylaşıyorlar.

Bunları iki insan yapabiliyorsa, dünyanın farklı yerlerindeki iki şehir de yapabilir mi? 

 



İşte bu sorunun cevabını bu sergi sonuna kadar veriyor. 
Venedik ve İstanbul arasında geçen her dialoğun, her ilişkinin kanıtlarını teker teker karşınıza çıkarıyor ve bunu "aşk" diye adlandırıyor.





Bu aşk adımlarını Venedik'in tarihi ile atıyor. Sizi Venedik kültürünün içine alıp, o günleri size tekrar yaşatıyor. Daha sonra sizi İstanbul ile olan tanışma sahnesine götürüyor. Yazılan, çizilen onlarca kitap ve harita karşısında birbirlerinin var oluşlarının içinde kaybolmanızı, sizin de bu aşkın tanığı olmanızı istiyorlar. Arada hayalgücünüzü hızlandırmak ve sizi Venedik'in içine sürükleyebilmek için yağlıboya resimler gösteriyorlar. Türk kültürünün Venediklilerin günlük hayatlarına olan etkisini, birbirleri olmadan ne kadar duygusuz ve boş olabileceklerini nasıl fark ettiklerini size de gösteriyorlar. Önlerinize halılar, kaftanlar, kumaşlar seriyorlar. Sizi etkilemek çok istiyorlar. Süsler ile, resimler ile, sanat ile sizin gözünüzü boyuyorlar ve siz sonunda pes ediyorsunuz. Bu büyük aşkı kabul ediyorsunuz. 

Belki daha önce daha etkileyici sergiler gezmiş olabilirsiniz, belki de iki şehrin etkileşiminin tarihi sizi hiç ilgilendirmeyebilir. Ancak dediğim gibi, buraya önyargılarınızdan sıyrılıp gitmeli ve her gördüğünüz şeyi dikkatle incelemelisiniz. Orada bulunan her eserin 5 yüzyıllık aşk hikayesinin bir parçası olduğunu unutmamalısınız. Bu aşka tanık olmuş olmak ya da olmamak da sizin elinizde tabi ki. 

Benim özellikle etkilendiğim bir kaç parça oldu. Bunlar çizilmiş olan bütün haritalar, halılar ve o muhteşem kapı! Bunlara özel olarak bakmanızı tavsiye ederim. 




Diğer yandan eleştirmek istediğim bir nokta var. Bu da sergi salonun ışıklandırması. Bir kuratörün en çok dikkat etmesi gereken şey ışıklandırmadır. Bir kuratör eserlere olan dikkati nasıl çekmek istiyorsa, ona uygun ışıklandırma yapmalıdır. Eğer bir kusur varsa, ona göre ışığın yönünü belirler ve izleyen insan o kusuru görmez ya da dikkat çekmek istediği bir noktaya öyle bir ışık verir ki izleyen sadece onu görür. Kısaca ışıklandırma sadece sergi salonlarında değil, herhangi bir yerde bile büyük öneme sahiptir. Söz konusu eleştirim, sergi salonunda tablolara yapılan ışıklandırmanın yanlış olması. Tablolara bakarken ışığın izleyen kişinin arkasından gelmesinden dolayı ya da açısının yanlış olmasından dolayı, ışık tablolara yansımakta ve tabloyu görülemez kılmaktadır. Bunun nasıl atlandığını anlayabilmiş değilim açıkçası. 

Sonuç olarak iyi ve kötü eleştirilerim sonucunda, bu serginin İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinin ilki olduğunu ve bu büyük aşka tanıklık etmek isteyenlerin 28 Şubat'a kadar gidip gezebileceklerini hatırlatmak isterim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder