25 Mayıs 2011 Çarşamba

Labirentler



Labirentler, Ursula K. Le Guin'in Gülün Günlüğü adlı eserinin 8. öyküsü. Boş Sahne bu öyküyü Ümit Altuğ'un çevirisi, Saim Güveloğlu'nun yönetmenliği ve Filiz Bozkuş'un oyunculuğuyla tiyatro sahnesine taşımış. Ben oyunu İTÜ Maçka Kampüsü Tiyatro Salonunda izledim. Oyuna geçmeden önce Boş Sahne'nin kendilerini tanımladıkları metni aynen aktarıyorum:

'Henüz kurulduk. Sahne sanatlarında performans kuramına ilişkin kafa karışıklığı yaşanan bir dönemdeyiz. Biz dramaturgiyi temel alan, yoğun ve ayrıntılı çalışmalar sonucunda ortaya çıkacak gösteriler paylaşmayı amaçlıyoruz. Çekişmelerden uzak, kendi halimizde ve zamanımızın büyük kısmını çalışmaya ayırarak tiyatroya devam etme niyetimiz var. Şimdilik bu yolda bir kaç kişiyiz. Üniversitedeyken üyesi olduğumuz ODTÜ Oyuncuları'nda her türlü zorluğa karşın örgütlü olarak tiyatro yapmanın güzelliklerini deneyimledik. Zaman içerisinde sayımızın artacağını umuyoruz.'



Boş Sahne'yi kendi dilleriyle anlattıktan sonra oyuna geçmek istiyorum. Labirentler; bir yaratık tarafından yakalanıp hapishaneye kapatılan ve labirentlerde çeşitli deneylere maruz kalan başka bir yaratığın kendi ağzından yaşadıklarını anlatmasından ibaret. Öncelikle şunu söylemek isterim ki Filiz Bozkuş'un performansı inanılmaz derecede iyiydi. Tüm seyirciyi tamamen kendisine ve oyunun içine çekmeyi başardı. Filiz Bozkuş'un canlandırdığı yaratık, kendisini yakalayan yaratığa kendi "zekasını" ispatlamaya ve onunla çeşitli şekillerde iletişime geçmeye çalışıyor. "Dört bacağı olan ve kendisinden farklı olarak sadece ağzını hareket ettirerek kendini ifade eden bu yaratığa" ne kadar ulaşmaya çalışsa da başarılı olamıyor. Ağız hareketlerini dikkatlice takip edip, taklit etse de, çok sevdiği dansını yaparak yaratığı etkilemeye çalışsa da bir türlü amacına ulaşamıyor.
Yaratık, böcek, deneyler deyince aklınıza çirkin, dramatik ya da fantastik bir oyun gelmesin. Bana kalırsa oyun oldukça komik ve eğlenceliydi. 40 dakika sürdü ve tek perdeydi.
Son olarak, oyunu da ama özellikle oyuncuyu etkileyici buldum ve Boş Sahne'nin işlerinin takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum: www.bossahne.com

13 Mayıs 2011 Cuma

Oğlunuz Erdal



“Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin
Unutmamak için, çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz.
Ölü balıklar geçiyor kırışık bir denizin sofrasında
Ve ellerinde fenerleriyle benim arkadaşlarım
Durmadan düşünüyorum, ne kadar çok öldük yaşamak için.”


Onat Kutlar’ın bu dizeleriyle başlıyor ‘Oğlunuz Erdal’ belgeseli. Aslında çok daha önce izlemiş olmam gereken bu belgeseli 5 Mayıs Perşembe günü Kadıköy Halk Evi’nde izledim.

Katlanması zor, hazmedilmesi imkansız bir “cinayet”in kurbanı olan Erdal Eren’i, çocukluk arkadaşlarından, ailesinden ve akrabalarından dinliyoruz. Aslında adımız soyadımız kadar iyi bildiğimiz ‘bilinmeyen bir gücün’ iki dudağının arasından çıkan bir sözle ya da kan damlayan kalemiyle, daha ortasına bile gelmemiş hayatların nasıl solup gittiğini, dudak sıka sıka, öfkeden gözümden yaş gele gele bir kez daha hatırladım. Ülkenin gidişatını ‘kontrol altına’ almak isteyen o gücün; sanki manavdan alışveriş yapıyormuş da manavın hatrı kalmasın diye bir elma alırken, bir de armut almayı ihmal etmediğini anlatırcasına, “bir sağdan bir soldan...” diye kendini ifade edişini duymak tekrar tekrar insanın içinde koca bir isyan koparıyor. Belgesel bu duyguları uyandırmak için ajitasyona, duygu sömürüsüne, abartı cümlelere hatta inanması zor ama yakınlarının gözyaşlarına bile başvurmuyor. Olayın ve o dönemde yaşananların kendisi yeterli zaten. Bunun yanı sıra, belgeselin diğer bir saygı uyandıran kısmıysa, adını hakedercesine, tıpkı bir belgeselin olması gerektiği gibi tarafsız davranması, tüm acılara eşit mesafede durması. Erdal Eren’in silahından çıktığı iddia edilen kurşunla hayatını kaybeden er Zekeriya Önge’ nin yanı sıra, Önge’nin öldürüldüğü günkü eylemin nedeni olan ve polis tarafından işkence çektirilerek öldürülen Sinan Suner’i de ailesi ve arkadaşlarından dinleme imkanı buluyoruz.

Belgeselin sonlarına doğru, Erdal’ın idam anı yaklaştıkça, önce Erdal’ı son görenler arasında olan Savaş Ay’ın anlattıkları ve idama şahit olan avukatının anlattıklarıyla koskocaman bir düğüm oluştu boğazımda. Finalde ise Erdal’ın çekilmiş son fotoğrafı, içimi parçalayan Sezen Aksu’nun sesi ve jenerikte tanıdık isimleri görmemle birlikte kendimi salondan attım. Aklımdan geçen düşünceyse, böylesine vahim bir cinayetin bazı taraflarca oy için kullanılması, sahte gözyaşlarına kurban olmasıydı.

Yapımcılığını Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın üstlendiği, Tunç Erenkuş’un yönettiği Oğlunuz Erdal ile ilgili detaylı bilgi edinmek ve gösterim tarihlerini takip etmek için www.oglunuzerdal.org adresini ziyaret etmeniz yeterli olacaktır. Erdal Eren’i tanıyan tanımayan herkesin izlemesini şiddetle tavsiye ederim.