Şef Küratör Levent Çalıkoğlu Kutluğ Ataman'ı, "Bizi biz yapan kimliğimiz ve onu inşaa eden sosyal-kültürel-ahlaki-politik söylem ve iktidar alanları üzerine çığır açıcı çalışmalar gerçekleştiren öncü bir sanatçı." olarak tanımlıyor ve İçimdeki Düşmanı'nı oluşturan 11 çalışma da bu tanımı destekliyor. Kutluğ Ataman'ın sergilediği her bir video, insanı karşısına geçirip düşünmeye zorluyor. Neden? sorusunu sorduruyor. İnsanları birbirinden farklılaştıran etmenleri, size uzakmış gibi duran ancak yanıbaşınızda yaşanan hayatların içine sokup, aslında o kadar da farklı olmadığınızı gözünüze sokuyor. İstanbul Modern'den dışarı çıktığınızda etrafınıza eskisi gibi at gözlükleri ile bakmaya devam etmenizi engelliyor. Size yepyeni bir bakış açısı kazandırıyor. Dünyanın aslında etrafınızda dönmediğini, bir bir vuruyor.
İçimdeki Düşman, Bu Bir Fasit Daire ile başlıyor. On iki ekranın bir daire oluşturduğu ve ekranda da Jamaikalı bir göçmenin Berlin'deki deneyimleri anlatılıyor. Ekranda konuşan Jamaikalı göçmen olmanın zorluklarından, ırkçılıktan bahsediyor. Ancak bir noktada yaşadıkları zorluklar, aslında onun da yaşattığı zorluklar haline geliyor. On iki ekranın bir daire oluşturmasının nedeni de burada yatıyor. Kendini ifade ederken, aslında kendini de izliyor. Hem içinden hem de dışından bakıyor ırkçılığa.
Türk Lokumu ise Kutluğ Ataman'ın görüldüğü tek video çalışması. Bu çalışmada Kutluğ Ataman'ı bir dansöz olarak dans ederken görüyoruz. Kostüm, makyaj, dans ile tam anlamıyla bir dansöz. Buradaki amaç klişelerin görülmesidir. Ataman'ın hareketleri belirli ve tekrarlıdır. Burada Ataman, erkeğin kadına bakışını, kadının kendisine bakışını anlatmaya çalışır. Birbirlerini ötekileştirirken içlerinde bambaşka dünyaların yaşandığını anlatmaya çalışır.
Peruk Takan Kadınlar'a sıra geldiğinde uzun bir oda ve dört dev ekran sizi karşılar. Bu ekranlarda da dörder kadın ve dörder hikaye vardır. Dördü de aynı anda seslerin karmaşası içinde hikayelerini anlatırlar. İlk videoda Melek Ulagay, siyasi faaliyetlerinden dolayı kılık değiştirerek hayatını sürdürmektedir. İkinci videoda, Nevval Sevindi kemoterapi nedeniyle dökülen saçlarını gizlemek için peruk takmaktadır. Üçüncü videoda kendisini göstermek istemeyen başörtüsünü peruk altına gizleyen bir üniversite öğrencisi vardır. Son videoda ise Demet Demir, 1990'larda polisler tarafından saçları kesilen transseksüel ve travesti topluluğunun aktivisti olarak yaşadıklarını anlatmaktadır. Benim açımdan Demet Demir'in yaşadıkları diğer üç videoda anlatılanlardan daha etkileyiciydi. Polislerin ona yaptıklarını dinlerken etkilenmemek elde değildi. Tabi ki diğer üç videoda anlatılanlar da oldukça etkileyiciydi ancak günümüz ve geçmiş Türkiye'sinde yaşananları ayırdetmek açısından Demet Demir'in videosu daha netti. Hala birşeylerin değişmemiş olduğunu görmek acı vericiydi.
Açıkçası Veronica Read'in 4 Mevsimi, en az ilgimi çeken çalışmaydı. Dört ekranlı çalışmada Veronica Read'in çiçek soğanları ile yaşadığım saplantılı ilişki gözler önüne serilmiş. Yine bu dört ekran da bir kare oluşturacak şekilde birbirilerinin karşılarına yerleştirilmiştir. Bu da Veronica Read'in aslında iç dünyasında ne kadar kapalı olduğunu, dışarıya açılımının imkansız olduğunu anlatmaya çalışmaktadır.
99 Ad, beş ekrandan oluşan, ekranların zeminden tavana doğru yükseldiği ve aynı zamanda ekranlarda gösterilen hareketlerin de hızlandığı bir çalışmadır. Bu çalışmada ekranda zikir halinde olan bir kişi vardır. İlk ekranda yavaş yavaş sallanırken, son ekrana doğru hareketleri hızlanmaya başlar.
Stefan'ın Odası, Veronica Read'in 4 Mevsimi ile ilişkilidir. Burada da kendi dünyasında güve ve kelebekleriyle yaşar. O da kendisini Veronica Read gibi bu güve ve kelebeklere adamıştır. Kendi dünyası bunlarla çevrilidir.
Dilenciler, Kutluğ Ataman'ın İstanbul'da gerçekleştirdiği son çalışmadır. Burada yedi ayrı ekran ve yedi ayrı dilenci bulunmaktadır. Hepsi farklı şekillerde ve pozisyonlarda durmaktadır. Hepsi de gözlerini izleyenlere dikmiştir. Her birinin farklı bir rolü vardır ama hepsi göz teması kurmaya çalışmaktadır.
İşte en etkileyici çalışmalardan biri, Ruhuma Asla. Bu çalışmada Türkan Şoray'ı çok seven ve kendisini onun gibi gören bir travesti bulunmaktadır. Bir odanın içinde dört-beş tane televizyon bulunmaktadır ve hepsinde Ceyhan'ı anlatan belirli bölümler gösterilmektedir. Bir televizyonda diyaliz makinesi ile olan macerası anlatılırken, bir diğerinde müşterisi ile girdiği ilişki gösterilmektedir. Ceyhan'ın hayatı o kadar gerçektir ki, insanı ekranın karşısında öylece bırakır. Bir yanda yaşadığı sağlık sorunlarını anlatırken büründüğü ruh hali, diğer yanda müşterisi ile girdiği cinsel ilişki. Herşey o kadar açık ve nettir. Erkek olarak doğmuş, efemine davranışları yüzünden asker babasından sürekli dayak yemiş, tedavi olabilmesi için üç yaşında psikatriste gönderilmiş, emniyet müdüründen dayak ve işkence görmüş ve en sonunda da bir diyaliz makinesine bağlanmıştır. Bunların anlatıldığı ve açık, çekinmeden anlatıldığı bir çalışmadır. Olay aslında "Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla!"dan başka bir şey değildir, çünkü Ceyhan için hayat bir kurgudan, Türkan Şoray'ın başrolünde olan bir filmden başka bir şey değildir. Türkan Şoray da oynar, film bittiğinde gerçek hayatına döner. Tıpkı Türkan Şoray ile röportaj yapan muhabirin sorduğu gibi, "Siz gerçek misiniz?" sorusu gibi. Türkan Şoray da her insan gibi, ağlar, güler, mutlu olur, mutsuz olur, yani yaşar. Ceyhan için de hayat aslında böyledir. Rolünü yapar ve yaşamaya devam eder.
Tanıklık aslında şefkat duygusunun en çok uyandırıldığı çalışmadır. Burada Kutluğ Ataman'ın ve babasının dadısı bulunmaktadır. Dadısının Ermeni olmasının kendisi ve başkaları tarafından saklanması, yaşlılıkla beraber sanki herşey gibi unutulup gitmiş olması. O kadar gizli tutulan bir şey dadı tarafından da artık hatırlanılmıyordur. Bazı konuların toplum tarafından bastırılmış olması, yıllar geçtikçe hiç var olmamış gibi, yok olup gitmesine neden oluyor. Dadı bile kendi kimliğini hatırlayamıyor.
fff, found family footage'ın kısaltılmışıdır. Çalışma da iki İngiliz aileye ait görüntülerden meydana gelir. Ataman burada İngiliz toplumuna dışarıdan bakmaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır.
Cennet ise zengin ve popüler olan Orange Country'de yaşayan yirmi dört kişinin yeryüzündeki cennet kavramını açıklamasıdır. Amaç bu kadar kişinin aslında kendi dünyalarında ne kadar kapalı olduklarını gösterebilmektir.
Sergide beni en fazla etkileyen travestilerle ilgili olan çalışmalardı. Onların hayatlarının herhangi bir insandan farklı olmadığını, toplumun onlara karşı olan bakışaçılarının ne kadar sert olduğu, sırf cinsel kimlikleri yüzünden toplumdan ne kadar dışlandıkları ve kötü muamelelere maruz kaldıkları açık bir şekilde gösteriliyor. Hayatlarını seks işçileri olarak devam ettirmek zorunda kalmaları da bu bakışaçısının bir yansıması. Cinsel kimliklerinin birer hastalık olarak görülmesi, ailelerinin bile onları dışlamış olması toplumda tek başlarına ayakta durmak zorunda kalmalarına neden oluyor. Toplum onlara bu gözle bakarken, devletin onları korumaması, hatta tam tersine davranması da hayatlarını bir o kadar zorlaştırıyor. Onlar da kendilerini örgütlemeye ve onları savunacak insanlar aramaya çalışırlarken ölmemeye de çaba sarf ediyorlar. Bu da Türkiye'de oldukça zor.
Bence sergide insanların aslında ne kadar kendi hayatlarını yaşamaya odaklı oldukları ve bu nedenle de diğer yaşanan hayatların uzak ve bilinmez olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Kendi iç dünyasına kapananlar, toplum ve devletin baskılarından dolayı kendilerine bambaşka hayatlar kuranlar, sokakta yürürken görünmez olanlar, hepsi birer kimliği, hepsi birer hayatı gösteriyor.
Bu sergi ile farklı kimlikler, farklı hayatlar farklılıktan çıkıyor. Görünmez olanlar görünür kılınıyor. İnsanı düşünmeye, gerçekten görmeye itiyor.
Sergi 6 Mart 2011 tarihine kadar devam ediyor. Etrafındakileri artık gerçekten görmek isteyenler gidip görmeli.